NAZ büyüyor

Lilypie - Personal pictureLilypie Third Birthday tickers

29 Nisan 2013 Pazartesi

Sonunda yürüyor :)


Henüz hala resmini çekemedim ama Naz her dakika olmasada kendine cesaret geldiği ve emin olduğu zamanlarda elimizi bırakıp pıtı pıtı ördek gibi yürüyor sonra gelip boynuma sarılıyor ve alkış yapıyoruz birlikte. 25 nisanda abimlere gitmiştik o gün hadi annecim dedim yürüyerek gel bana, cesaretini topladı ve bilmem kaç defa o 2 metrelik mesafeyi yorgunlukdan bitine kadar gitti geldi. Nasıl mutlu oldu, onu mutlu görünce ben nasıl mutlu oldum anlatamam. Bu durumda tam 16,5 aylıkken adım atmaya başladı diyebiliriz. 
Ama henüz kendini grantiye almadan dengeyi kurmadan asla tek başına adım atmıyor(herşeyde olduğu gibi bundada çok temkinli)

Ömrün hep böyle sağlam adımlarla su gibi olsun birtanem.

Sen doğduğun ilk günden itibaren çok güçlü çok metanetli bir bebekdin , ömrün boyunca hayata böyle güçlü tutun birtanem.

Her düşdüğünde hemen koşup kaldırıyorum seni ama her zaman yanında olamam allahım sana her düşdüğünde, her ayağın tökezlediğinde yeniden ayağa kalkmak için kuvvet versin, güç versin birtanem

Şu anda yürürken çığlıklar atıyor, çok mutlu oluyorsun ömrün boyunca yürüdüğün hayat yolunda böyle mutlu ol meleğim.

Naz böyle yürümeye başlayınca aklıma karnımda çekilmiş son fotoğrafı geldi. Doğmadan 20 gün önce çekmişim.
Hamileydim, doğdu, agu gugu dedi, büyüdü, emekledi, büyüdü, yürüdü..
Seninle olmak seninle büyümek , yeniden çocuk olmak, aile olmak, özellikle SEN meleğim ne güzel şeysin
Seni çok seviyorum
sevgiler

22 Nisan 2013 Pazartesi

Nene...




 Naz'ın yeni kelimesi 'nene' Bu fıstık bunları nerden öğreniyor bilmiyorum biz öğretmedik çünkü ama anneme sürekli nene diyor :) Ortalıkda nene nene neneeeee diye sürekli bağırıyor. Dede, baba, nene hala anne yok. Bazen ağzından çıkıyor anni diye ama tekrar söylemiyor. Madem nene demeyi öğrendin bizde seni nene yaparız dedik taktık yazmayı kafasına :)
Yürümek için uğraşıyor yardımcı oluyoruz. Güya bizim elimizi tutarak yürüyor ama biz destek vermiyoruz esasında kendi kendine yürüyor farkında değil yinede elimizi asla bırakmıyor. Hadi kızım adım at babaya dediğimizde sırıtıyor ve hop oturuyor. Çok korkuyor.
Dün, pazar günü Nazla parka gittik hemde arabasız. Ama tabi bizi bıraktı abim parka, yürüyerek gitmedik. Parkda çok yoruldu salıncağa biniyor indir beni diyor, indiriyorum , bu defa bir sonraki salıncağa bindir diyor, bindiriyorum. Bu şekilde bütün salıncaklara bindik. Birde ordaki büyük çocuklar gibi merdivenlerden çıkıp kaydırağın en yukarısından kaymak istedi ama bakmıyorki bücür boyuna! tabiki izin vermedim. Ama yürüse çok zor işimiz. Çünkü istediği yöne yürüyor. Hayır dersen ağlıyor çığlık çığlığa hemde. Her ilgisini çeken dükkanın, kişinin önünde duruyoruz, çok uzuyor yolumuz. Öğle yemeğini dışarıda yedi ve uykusu gelince eve gitmek istedim ama gözüm hiç yemedi eve kadar Nazla yürümeyi ve dolmuşa bindik. Dolmuşa biner binmez ilk defa süt içmeden sızdı kaldı kucağımda. Çok yorulmuş demekki.
Öğleden sonra evde vakit geçirdik. Akşam mangal keyfi yaptık terasda bodrum manzarısına karşı ve güzel, güneşli bir pazarıda böylece çabucak, hiç birşey anlamadan geride bıraktık.

Herkese iyi haftalar.

Sevgiler

18 Nisan 2013 Perşembe

Huzur



Huzur bu güzel meleğin yüzüne sabırla bakıp gülümsemekmiş meğer!

Naz la aramızda buzlar var sanıyordum Hatırlarsanız bir kaç defa da beni sevmiyormu acaba diye serzenişde bulunmuştum, yazmıştım bloğuma. Oturdum, düşündüm,neden beni sevmiyor, neden bu çocuk uyumak istemiyor, benimle yemek yemiyor ve birazda okuduklarımdan yola çıkarak güler yüzlü sabırlı anne rolüne girdim ve çok şükür meyvelerini topluyorum şu anda. Meğer huzur hep ordaymış ama ben uzanıp tutamamışım.
Evet diş çıkartıyor, ateşleniyor, çok mızmızlanıyor, huysuzlaşıyor bebeğim , o dönemlerde bende huysuzlaşıyormuşum meğer Naz o yüzden benimle olmak istemezmiş. Şu an kuzucuğuma ne olursa olsun yüzüne gülümseyek bakıyorum, bebeğim diyorum annecim meleğim kelimelerini ağzımdan hiç eksik etmiyorum, her fırsatda sarılıp öpüyorum. Ben böyle davranmaya başladığımdan bu yana kuzucuğum da çok sakin bana gülümsüyor. Meğer ne basitmiş bebeğimle iletişim kurmak, huzuru bulmak.
Ben çok stres yapıyordum, sanırım tüm gün onu görememem ve Naz'ın yemek konusunda iştahsızlığı beni çok strese sokuyordu ve o stresle naza zorla yemek yedirmeye uğraşıyor, stresli stresli uyutmaya çalışıyordum. Tabi kuzucuk bu stresden rahatsız oluyor bağırış,çığırış ve inatlaşarak ikimizde yıpranıyorduk. Ben bu strese çalışan anne sendromu ve iştahsız bebeğin üzgün anne sendromu olarak isim buldum. Ama baktım çığrından çıkmak üzere herşey ve derhal kendime çeki düzen verdim.
Şu an neler mi yapıyorum asla ve asla zorla yemek yedirmiyorum, naz ne kadar isterse canı hangisinden yemek isterse yiyor. Kendi kendine yiyebileceği bir yemek olduğundan koyuyorum önüne her tarafını batırıyor  üç lokma ya da beş lokma bişeyler yiyor ve mutlu kalkıyor sandalyeden. Yiyemeceği şeyleri ben yediriyorum ve doyunca hayır diyor kafasını sallayarak hiç ısrar etmiyorum. Tamam annecim afiyet olsun diyorum kalkıyoruz sofradan. Baktım ki Naz da mutlu bende. Çok acıktığında zaten o kendisi istiyor, veriyoruz ve bir güzel bitiriyor. Hatta geçen gün gittiğimiz cafe de yan masadaki bayanların boğaçasından istedi. Utandım ama çocuk bu aldı ve yedi. Oh be şu an hiç kafaya takmıyorum yedimi yemedimi diye ee böyle olunca Naz da çok huzurlu istediğini istediği kadar yiyor.
Bu sabırlı güler yüzlü anne modelini Naz da bende çok sevdik. Arada çok çok nadir de olsa minnacık sesim yükseliyor ama o da geçen gün bulaşık makinesi parlatıcı sıvısını almış mutfağa yerlere boşaltmış nasıl kızmazsın , parlatıcı ve mutfak umrumda değil ya ona bir zarar gelirse diye insan bağırıyor. Ama Naz da kalabalık bir ortamda şımarık büyüdüğünden arada sesimizin yükselmesini istiyor çünkü öyle yapmazsak çok çığrından çıkıyor. Ama bunlar çok nadir oluyor tabiki. Dengeyi bulduk sanırım.
Gece uyurkende stresli stresli ayağımda sallamıyorum artık. Yatıyoruz birlikte , o yanımda kalkıyor yatıyor sütünü içiyor bazen yatakdan iniyor tekrar çıkıyor. Geliyor öpüyor iki yanağımdan ben onu öpüyorum uykusu gelincede koltuğum altına kafayı sokup, sarılıp hop uyuyor. Ben uyumadı saat çok geç oldu diye stres yapdıkça meğer kuzucuğumda stresimi anlar ve uyumazmış. Meğer ne huzurluymuş gece onunla yatakda vakit geçirmek.
Allahım huzurumuzu bozmasın , kuzucuğum sabah beni kocaman güler yüzüyle öpücük yaparak işe gönderdiği günler hiç eksilmesin.
Seni çok seviyorum meleğim..

16 Nisan 2013 Salı

ee bebeğim ee ee ee



Uyku saati gelen, ama hala direnen kuzucuğu büyük çabalarla uyutan ve dizinin yarısını kaçıran kişiye
ANNE,



Kuzucuğun uyumaya niyeti yok, diziyi kaçırıyoruz, bırakalım Naz da otursun bizimle uykusu gelince uyur nasıl olsa deyip salona dizi izlemeye giden kişiye
BABA
denir :)


Sevgiler herkese

15 Nisan 2013 Pazartesi

ordan burdan



Artık bu nazar mı biz mi çok dikkatsisiz yoksa Naz mı çok kıpırdak bilemiyorum ama Naz yine düştü. Hemde kötü bir düşüş. 10 nisan da annem kapının önüne arabasına Naz' ı oturtmuş gitmek için hazırlanırken arkasını dönüp komşuyla konuşmaya başlamış ki olanlar olmuş. Arabanın frenlerini sıkmayan anneciğim ödü patlamış Naz da güüümm diye kafasını patlatmış ama her ikiside korkudan ölmüş ölmüş dirilmiş. Annem Naz ı öylece hafif rampa olan kapımızın önüne bırakınca Naz da kıpır kıpır içinde araba yürümeye başlamış 2 metre gidip direğe çarpıp güm diye kafasını yere vurmuş. Allah korumuş daha kötüsü olabilirdi, artık Naz bir adak istiyor sanırım, yerine getirmem lazım. Bana söylememişler, akşam eve gidince gördüm alnında kocaman bir yarayla boncuğu çok moralim bozuldu fakat keyfi yerindeydi. Gece uyuduğunda, en ufak sese bile hopladı uykusunda, demekki o da çok korkmuş. Yine bir kaza atlattık . Resmini çekmek istedim ama aşağıdaki gibi ağladı. Bu yaşlarında resim çekmek çok zor, ya abuk subuk şebeklik yapıyor, ya eliyle kapatıyor ekranı, ya ağlıyor. Habersiz çekincede objektife bakmıyor.

 Naz çok karıştırıyor bu ara ortalığı aradığımızı bulamıyoruz, çekmeceler alt üst, dolaplar sürekli açılıyor, tencere, tava, kepçe hepsi oyuncak. Bu ara bizim evdeki erzak dolabına takmış durumda. En son ordaki un dolu kavanozu düşürdü kırdı , rahatladı.
Pijamaları giymiş ama hala aklı dolapları karıştırmakta.
Park' a giden Naz. Pazar günleri genelde çıkıyoruz parka. Hava kötüyse evdeyiz.

 Naz babay tv izliyor. Henüz pepe gibi konulu çizgi filmleri takip etmiyor, sadece müzikli bölümler ilgisini çekiyor. Tv nin  önünde tek el havada dans ediyor.
 Poz vermiyor, ne zaman görse fotoğraf makinesini poz vermemek için elinden geleni yapıyor. Dişlerimiz çıktı. Yine iki tane birden çıkarttı, sol tarafda ki bir altta bir üstte azı dişlerimizi çıkardık. Toplam on tane dişimiz oldu. Sağlıkla diğerlerini de çıkartırsın inşallah boncuğum.

12 Nisan 2013 Cuma

Çekiliş varmış :)


koyukırmızıda çekiliş varmış. ben çok istiyorum bunlar benim olsun lütfen :) ama sizde isterseniz tıklayınız!

10 Nisan 2013 Çarşamba

Naz 16 aylık

Pazar günü meşhur bodrum fırtınalarından vardı yine hava çok rüzgarlıydı, bütün gün evdeydik. Naz da sıkıldı ve bu aralar yürümeye odaklanan boncuk sürekli ağlayıp dışarıda yürüyüşe çıkmak istedi. Yürümenin adı 'kın kın' elimizden tutuyor, sokak kapısını gösterip 'kın kın kın' diyor, çok ağlayıp kendini hırpaladı ve babasıda alıp şöyle bir sokak turu attırıp getirdi, öğle uykusundan sonra tekrar ağlamaya başlayan boncuğu bu defada ben alıp yakınımızdaki migrosa alışverişe götürdüm tabi yine yürüyerek. Yürüyerek dediğime bakmayın Naz yürüyor ama illaki tek elinden tutmamızı istiyor, daha henüz tek başına hiç adım atmadı ya bir yerlere tutunarak ya da elimizi tutarak yürüyor. Olsun yavaş yavaş onuda öğrenecek, acelemiz yok. Fakat aynı gece çok ateşlendi, gece yatarken şurup içirdim sabaha karşı bir kalktım ki yanıyor 38 olmuş ateşi hemen pijamalarını çıkardım, üzerini açtım. Şurup içirdim. Su ve süt içti derken ateş düştü. Ama Pazartesi gün içerisinde ara ara ateş yükseldi. Gece de aynı şekilde artık ateş geçmeyecek doktora gidelim derken salı sabahı ateşi geçti.
Ben hemen pazar günü o fırtınalı, rüzgarlı havada dışarı çıkardık o yüzden hastalandı derken bu defa erken uyandım ve dişden olduğunu anladım. Artık öğreniyorum galiba:)
Çünkü soğuk algınlığı ya da bronşit olduğu zamanlar hem öksürük hem hırıltı hemde ateş oluyor ama bu defa sadece ateş oldu eli ağzından çıkmıyor ve sürekli kulaklarını kaşıyordu anladımki diş geliyor. 16 ayın sonunda bende öğrendim sonunda. Malesef Naz çok zor diş çıkartıyor. Her seferinde ya ateş ya da bronşit oluyor. Bu defa yine bir azı geliyor sanırım çok mız mız olduğundan parmağımla yoklayamadım ağzını. Çok hırpaladı boncuğumu bu dişler. Birde bir kaç sene sonra bu dişlerin döküleceğini düşündükçe çektiği eziyete içim parçalanıyor. Neyse güzel dişlerin olsun meleğim bunlarda geçecek.
Naz henüz tek başına yürüyemiyor demiştim ama düşmeye başladı bile. Aşağıdaki resim geçen haftadan bahçede duvara tutunarak sıralayan naz dengesini kaybedip düşünce yanağını duvara sürtmüş. Sokakta ilk kazamız oldu bu da :)
 Naz bu ara çok tatlı, yiyesim, sıkasım sıkasım geliyor. Henüz hala anne demedi. Ama dün annemde duydu 'annnee' kelimesi bir defalığınada olsa çıktı ağzından. Dünyalar benim oldu. Ne güzel bir duygu yarabbim. Annem , kızım benim.
Sürekli yürümek istiyor, beceriyorda ama dengeyi ayarlayamıyor. Gerçi internetden okuduğum kadarıyla bu da prematüre doğan bebeklerde olabilecek bir durummuş. Endişe etmiyorum.
Herşeye 'cık cık cık' diyor. Hey allahım der gibi. Bir de vah vah der gibi elleriyle dizlerini dövüyor.
Herşeye şaşırma huyumuz meşhur. AAAA diye eliyle kapatıyor ağzını. Gözleri açıyor kocaman.
Ayrıca ufak bir motosikletimiz var babamızın. Baba kapımızın önüne park ediyor. Sesinden anlıyor.' Hiii Baba' diyor. Baba mı gelmiş annecim diyorum. Hıhı kafa sallıyor. Eğer baba evdeyse motor seslerine 'dede' diyor. Yani baba evde olduğuna göre bu dededir kesin gibi düşünüyor herhalde. Aklını yerim senin.
Uyurken adını koca kafa dediğimiz bir oyuncak bebek gibi bişeyle yatıyoruz, ama cidden kafası çok büyük. Adını koca kafa koyduk ve naz da çok iyi biliyor adını. Hadi annecim koca kafayı getir, uyuyacağız diyorum hop getiriyor hemen yatağa gidiyoruz. Ben Naz' a , Naz' da koca kafaya sarılıp uyuyoruz. Ben nazın göğsüne hafifçe elimle vurur gibi pış pış yapıyorum o da koca kafaya pış pış yapıyor. Arada oturup hav havlara uyuması için kızıyoruz. Çünkü havhavlar uyumuyormuş annelerini üzüyormuş. 'Iıııı seni seni hav hav çabuk yat annenin yanına uyu' diyoruz. Nazda oturuyor işaret parmağıyla ııııı yapıp yatıyor tekrar koynuma, güya o da kızıyor havhavlara. Ninnimizi söylüyoruz. Naz öpüyor yanaklarımdan uyuyana kadar öpme merasimimiz var. O öpüyor ben öpüyorum. Sonra illaki yanağı yanağıma değerek uykuya dalıyoruz.
Bu aralar hırçınlığı biraz geçti ama bizimle vakit geçirdiği pazar günleri çok daha sakin ve daha az ağlıyor ama annenesine biz işteyken çok eziyet ediyormuş :(
Bir de çok güldüğümüz anlatmadan geçemeyeceğim bir takıntısı var. Badisinin kollarını dirseklerine kadar sıvadığımız zaman mızmızlanıyor. İstemiyormuş , tekrar indiriyoruz kollarını badinin.
Bir de yemek yerken çok komik, naz biraz daha yoğurt istermisin. Iıı ıı deyip elleriyle hayır işareti yapıyor. İstemiyormuş. Al annecim hadi biraz daha ye diye ısrar edince gülmeye başlıyor ama hayır işaretine devam ediyor.
Herşeyin farkında. Hala oyuncakla oynamıyor ama çizgi filimlere azcık ilgisi artmaya başladı.
Yemek alışkanlığımız biraz daha iyi gibi ama sabahları kahvaltı konusunda aynı çok yemiyor bazen hiç yemiyor. Karışık püre şeklinde kaşık mamalarından artık hoşlanmıyor. Tek tek yemek istiyor. Örneğin yumurtasını tereyağında yapıyorum , yanına biraz kaşar peynir, biraz domates. Çatalla tek tek hangisinden isterse yiyor bıldırcınım.
Çatal ve kaşık hala kullanamıyor. Kendisi yemesi için yalnız başına bıraktığımda her yer batıyor. Kafasından tutda ayak uçlarına kadar yoğurt içinde buldum geçen gün. Çatala ben batırıyorum o ağzına atıyor. Kaşığı hele hiç kullanamıyor. Bunuda öğrenecek elbet. Ama 3 öğün yiyor artık. Aralarda süt içiyor, meyve yiyor, kraker atıştırıyor.
Bugün tam 16 aylık,  sanırım büyüdü benim boncuğum. Bizimle sofraya oturuyor, bizim gibi gülüyor şaşırıyor
Allahım hep güzel günlerini görelim inşallah
Seni çok seviyorum bebeğim.

5 Nisan 2013 Cuma

Benim Anneliğim

6 aydır blog yazmam ve yazanları okumamdan dolayı az da olsa bir tecrübe edindiğimi düşünürek tekrar anne oluşumu ve hissettiklerimi, duygularımı yazma gereği duyuyorum bu yazımda.
1 hafta sonra Naz tam onaltı aylık olacak bu da onaltı aydır anneyim demek oluyor. Esasında ONALTI söylerken uzun, düşünürken ışık hızı gibi kısa benim için! Hep bir kaygı, koşturmaca, yürek erintisi, duygu geçişleri ile geçti sanki. Düşününce anlatacak çok şey var ama yazmak isteyince sanki düğüm düğüm oluyor kalemim çıkmıyor kelimeler ağzımdan.
Öncelikle annelik bana, hamile olduğumu öğrendiğim (30,05,2011) o ilk günden bu yana çok yoğun duygular yaşamış, çok hızlı duygu geçişleri içinde gidip gelmiş ruh halimi, bir türlü bu durumları unutamayan yürek çırpıntılarımı, o günkü kaygı ve tasalarımı hatırlatıyor. Yok yok kötü şeylerden bahsetmicem, bunlar geldi geçti, sonuç dünyalar güzeli kızım prensesim oldu bende onun annesi..
Herşeyimizi karmakarışık yaşadık. Hamile olduğumu öğrendiğim ertesi günü kanamayla başladı o mucizevi hamilelik. Sürekli doktor, tahliller ve kan verme. Kollar delik deşik , moral sıfır. Doktor ilk şiddetli kanamamda belki düşmüştür ya da düşmek üzere dedi. Ama ben o şiddetli kanamalardan tam 4 defa geçirdim ve benim bebeğim hala ordaydı. Canım yavrum sen ne kadar istediysen bu hayata tutunup yaşamayı işte bende onun on katı istedim seni. İnsan o anda hiç kendinden yana korkmuyor, her türlü muayene, iğne, tahlil vız geliyor. Beklemek yormuştu ruhumu, kalbimi, haftalarca süren kanamadan sonra anlaşıldıki bizim ufaklık çok güçlü bir savaşçı ve savaşı kazandı. Ama tabi ben bu 5 ay içinde  bebeğim olacak diye bir gün hayal kuruyorsam, ertesi gün ağlıyorum ya kaybedersem diye, sonraki gün gülüyorum inanıyorum bebeğime, ama yine bir kanama ve yığılıp kalıyorum olduğum yere. Çok zordu. Ama mucize güçlü ve kuvvetliydi, doktorum her büyük kanamada hastaneye yatmam gerektiğini söylüyordu bu durum çok canımı sıkıyordu ve doktorumu değiştirdim. Çok konuşmayan ama öz ve net konuşan ama işin özünü anlatan, çok soğuk görünmesine rağmen güven veren bir doktora başladım. Dediki korkma düşecekse yapacak birşeyimiz yok ama yaşayacaksa 9 ay boyunca bile kanamalı geçiren hastalarım var demişti. İçim rahatlamıştı nedense çünkü ilk doktorum kaç senedir bu mesleği yapıyorum böyle şiddetli kanamalar geçirip düşük yapmayan bir hastam olmadı, senin gibisi yok demişti. Bu beni korkutmuştu çok. Neyseki artık kanamalardan korkmaz oldum ve her seferinde bebeğimin orda olduğunu, benimle olduğunu biliyordum. Hiç bitmeyecek gibi gelmişti ama 5 aylık hamileyken bitti. İnanamamıştım. Çok ama çok sevindim işte o gün bebeğimi damarlarımın içindeki kanın her zerresinde hissettim, işte o gün ben anne oldum sanki , yeniden doğdum, prensesim için hayaller kurmaya başladım. Rüyalarımda sevdim onu, büyüttüm, emzirdim. Çok güzeldi.
Ama tabi bu güzellik uzun sürmedi kanamaların bittiğinin akabinde mide bulantıları, çok kötüydü. Neyse onu da atlattım derken 29. haftada başlayan safra kesesi sıkışmasından kaynaklanan şiddetli ağrı, sırt ağrıları beni benden aldı. Sürekli sağ göğsümün altında yanan, ağrıyan bir nokta. Ağrı kesici falan işe yaramıyor, her dakika ağrı orda sadece uzanınca geçiyor. Artık işden izin alıp eve çıkmanın zamanı geldi derken bir akşam olanlarlar oldu. 32+3 günlük bebişim , ben ve eşim akşam yemeğimizi yedik. Eşim komşuya gimiş, bende koltukda uzanıp tv izliyor, o gece gelecek abimi bekliyordum. Herşey yolunda görünüyordu fakat ufaklık çok hareketliydi. Uzanırken bir sıcaklık hissettim, sanırım ufaklık büyüdüğünden artık idrarımı kaçıyorum sandım. Çamaşırlarımı değiştirip tekrar uzandım. Ama bu defa daha fazla bir sıcaklık hissettim, daha doktara bir gün önce gitmiştim erken doğum riski yok demişti ve daha bebeğimin dünyaya gelmesi için çok ama çok erken olmasından suyumun geleceği hiç ama hiç aklıma gelmiyordu. Artık fazlalaşınca bu sıcaklık önce eşimi çağırdım, annemi, doktoru aradık ve benim bebeğimin doğacağından haberim olmadan yola düştük, hastane yolunda giderken bana bir iğne yaparlar ilaç verirler tekrar eve döneriz diye düşüne düşüne gittim, eşim sağolsun söylemedi bana panik yapmayayım diye ama hastanede herkesden ayrılıp odada nöbetçi doktorla başbaşa kalınca öğrenmem şok etkisi yarattı sabaha kadar gözyaşlarım dinmedi. Tek başıma 48 saat boyunca, kocaman bir odada tek başına duran yatakda yatıp karşımdaki saate bakıp dakikaları saymak ve dua etmekden başka çarem yoktu. Enfeksiyondan dolayı plesantanın yırtıldığını ve su kaybettiğimi bu saatden sonra bebeği orda tutamayacaklarını 48 saat boyunca serum, antibiyotik ve bebeğin ciğerlerinin gelişmesi için iğne olacağımı söylediler. 48 saatin sonunda hiç beklemeden doğumun gerçekleşmesi gerekiyormuş, bebek nst de sorunlu değil ama doğunca ne olacağı bilinmiyor. Ne ağladım , ne ağladım hatırlamıyorum. O 48 saat boyunca ailemden kimseyi almadılar içeri, cep telefonu yasak resmen kabus gibi. Ne kadar saçma bir uygulama. O anda ihtiyaç duyduğum tek şey eşim ve ailemdi. Herkes kapıda ben içeride ağladım ağladım. 48 saat boyunca oldukça su kaybı oldu sadece bebeğin kafası suyun içindeydi. Hemen suni sancı verip normal doğum yaptıracaklarını söylediler . Normal doğumu duyar duymaz aklım başımdan gitti. 1600 kilo küçücük bir bebek doğuracaktım , sağlığı ne kadar iyi olacak belli değil ve bana normal doğumu diretiyorlardı. Herhangibir sancı ve açılma yoktu o yüzden ne kadar süreciğini bilmediğimiz suni sancılarla ve epiduralsiz normal doğum yapacakmışım. Üniversite hastanesindeydik ve devlete bağlı olduğundan normal doğumda epidural yapılması yasakdı. Direttim,resmen kavga ettim. Gününden önce gelen bu küçücük bebeği  nasıl normal doğmasına izin verip risk alıyorsunuz dedim? ben almıyorum o riski ve başka hastaneyede gitmiyorum beni burda sezeryanla doğurtacaksınız dedim. Kavga büyüdü. Başhekim arandı. O da benim söylediklerimi onayladı ve sezeryanla derhal doğum yaptırılsın dedi. Oh şükür, o küçücük bebeğim dünyaya gelmek için bu kadar savaştı bende onun yaşaması için savaşacaktım, pes etmedim. Hemen sezeryan için hazırladılar beni. Eşimi gördüm koridorda, tuttum ellerini , korktum mu bilmiyorum ama kendim için değil bebeğim için korktum. Umarım herşey yolunda gidecek ve bebeğim yaşayacaktı. Öyle çaresiz, korku dolu, yaşlı gözlerle baktım son kez sevdiğime ve gittik ,küçük bebeğim ve ben ameliyathaneye.
Malesef orda da bir talihsizlik yine bana denk geldi. Epidural iğne yapıldı, bir sıcaklık oldu ve belden aşağısı hissedemiyor vaziyetde ama az da olsa sağ ayağım kaplumbağa hızında oynuyordu ameliyata başlerken, neyse buna rağmen ameliyat başladı. Ben çıktımı bebeğim , çıktımı diye sorarken karnımın sağ tarafında 'kırkt' diye kesilirken o hissediğim ağrı çığlık çığlığa bağırmama neden oldu. Herkes telaşlandı hemen narkoz ve gerisi karanlık. Söylemiştim ama onlara azcık ama azcıkda olsa oynatıyorum ayağımı, hissediyorum diye. Neyse bu talihsizlik bebeğimin doğduğu anı göremememe neden oldu. Çok üzüldüm uyanınca. Bebeğim doğar doğmaz çok ağlamış ve morarmış. %90 nefes alabiliyormuş. Hemen küveze alınmış ve oksijen makinesine bağlanmış. Bense odaya.
Gerisini biliyorsunuz 26 gün yavrumdan ayrı geçen küvez maceralarımız ve Naz' ın eve geldiği o muhteşem gün. Hamilelik esnasında herşey tamam ama bu erken doğum ve bebeğimi küvezde 26 gün görememem çok büyük ruh bozukluğu yaratmıştı bende ama yinede ayakta durmalı Naz'ın dönüşü ve sonrası için güçlü olmalıydım. İşte o gün Naz evine , biz Naz' a kavuştuğumuz günden sonra bizim ailede osmanlı gibi lale devri yaşandı tam anlamıyla. Çok büyük mutlulukdu. Gündüzleri annemle birlikte baktım bebeğime, geceleri ben baktım. Harika günlerdi, her anne gibi uykusuzluk üstüne tuz biber olup ben bende değilken bile şikayet etmedim çünkü kuzucuğum sağlıklıydı.
Bu saadet de uzun sürmeden işe başlamak zorunda kalışım, geceleri uykusuz, sabahları iş derken 6 aylık olmuştu bile ama kuzuma hiç doyamıyordum . Annem bakmasına rağmen aklım hep boncuğumdaydı. Yedimi, içtimi, uyudumu?? Annem sağolsun 6 ay kaldı izmirde yanımızda, ara sıra babamın gelmesiyle şenlenen evimizde çok güzel günler geçirdik ama annemin evi memleti var, abim var. Kalbi orda, aklı bizde olmuyordu ve en sonunda hepimiz Bodrum a taşındık. Taşınma esnasında meleğimden, boncuğumdan 1 ay ayrı kalmak zorunda kaldım. Geceleri uyanıp kirli çamaşırlarını, yastıklarını kokladım. Çok zor bir yaz daha geçirdikden sonra bebeğim 1 yaşına gelmişti bile ki ben bu kadar sıkıntıda nasıl bir sene geçti, nasıl büyüdü anlamadım.
Naz doğmadan önce yoktu böyle bişey nerde akşam orda sabah. Hayatımız elbet yine düzenliydi ama istediğimiz zaman istediğimiz yerdeydik. Belki benim bu kadar sıkıntıyı çekmem, belkide düzeni sevme hastalığım yüzünden Naz la akşamları bir yere gitmemeye çalışıyorum. Yatağında uyusun, evinde bizimle vakit geçirsin istiyorum. Hemde tüm gün bebeğimi görmüyorum kimse olmadan evimizde başbaşa kaliteli vakit geçirelim diye çoğunlukla hep evdeyim. Uyurken koynumdan ayırmak istemiyorum. Kokusunu duymadan bir gece geçirmek istemiyorum , çünkü ben onu çok bekledim, çok sabrettim, çok sıkıntı çektim, çektik ve çalışıyor olmak bana kuzucuğuma yaptığım büyük bir haksızlık gibi geldiğinden her akşamımı kızıma ayırıyorum. Bazen üst katda oturan annem yanımda uyusun dediği geceler bile göndermek istemiyorum. Doyamadım ben kuzuma, hasreti hep içimde sanki, yanımdayken bile doyamıyorum. Allah'ım bu nasıl bir duyguysa yapıştırsam göğsüme kızımı ve her yere birlikte gitsek, her şeyi birlikte yapsak hiç ayrılmasak gibi benim için annelik. Bıktığım, yorulduğum zamanlarda çok oldu ama imdadıma hep ŞÜKÜR kelimesi yetişti. Şükür ki, kızım olmayabilirdi de, allah korusun sağlığı bozuk olabilirdi de , neler neler geliyor aklıma ve binlerce şükür diyerek sarılıyorum bebeğime.
Annelik içimde kalbimin ta içinde sızlayan, kötüsü olunca zangır zangır heryerimi titreten, iyisi olunca 32 dişimin görünerek güldüğüm ama her defasında melek gibi yüzüne bakınca allahım ne büyük bir mucize dediğim minik kuzumun varlığı işte annelik, benim hayatım bundan ibaret. Geri kalan hayat meselelerini takmaz düşünmez olduğum, kimsenin dediğini duymaz görmez olduğum, kendi kabuğumda kızımdan başka bir şey umurumda bile olmadığı bir hayat meğerse ne güzel bir hayatmış. Meğer evlat sahibi olmak hem ne güzel, hem ne zor, hem eğlenceli, hem yürek erintisi, hem iç sızısıymış.
Annem benim canım annem , anne olunca anlarsın dediğin o zamanlar varya gülüp geçerdim ama şimdi anne olunca anladım ne değerli ne kıymetli bir görevmiş meğerse annelik.
Canım kızım sen hayatımda olmasaymışın, varlığın olmadan nasıl yaşarmışım ben?
Sevgiler